ELIZABETH HOYT
Maiden Lane Serisi #10
368 Syf
4/5
Herkese merhaba.
Bu ayki historical romans kitabım Maiden Lane Serisi'nin onuncu kitabı Duke of Sin.
Son derece yakışıklı, kibirli ve şantajcı Montgomery Dükü Valentine Napier. Herkesin korktuğu, kötü şöhretli Val'in aslında tek amacı intikam almaktı. Ama sürgünden döndüğü zaman yatak odasında hizmetçisini karşısında gördüğü zaman planları alt üst olur.
Bridget Crumb, gayrimeşru bir hizmetçi. Zeki, cesur ve son derece sadık. Bridget, aristokrat annesi ve arkadaşına yapılan şantaj belgelerini almak için Montgomery Dükü'nün evinde çalışmaya başlar.
Sonunda anit-kahramınımız Val'i yakından tanıdık.
Val, gerçekten kötü bir adam. Kendi de kabul ediyor. "İşte ben buyum, Séraphine. Çıplak, bıçaklı ve kanlı. Ben intikamım.
Ben nefretim. Günahın kişileşmiş haliyim. Beni asla bu masalın kahramanı sanma, çünkü değilim ve asla olmayacağım. Ben kötü adamım." Hoyt, o kadar başarılı bir kaleme sahip ki bizim böyle bir adama hayran bıraktırıyor.
Val ayrıca o kadar kibirli ve komik ki:
"Önümde kaç kez çıplak dolaştığını düşünürsek, bu pek de adil görünmüyor."
"Fark ettiniz!" dedi sevinçle. "Muhteşem değil miydim?"
Beni güldüren kötü adamları hep sevmişimdir. Val'de onlardan biri. Hatta en çok güldüren Val'in kız kardeşinin elbisesine verdiği tepkiydi.
"Bu..." Yutkundu ve başını çevirdi, çünkü gözleri bu manzarayı gerçekten kaldıramıyordu. "Sarı."
Yanındaki adam huzursuz bir hareket yaptı. "Bana yardım et, Montgomery-" Val kız kardeşine, "Sen ve ben aynı renge sahibiz," diye yalvardı.
Mantığını tamamen kaybetmemişti herhalde? Yüce Tanrım, aşkın insana yaptığı şey bu muydu? "Altın sarısı saçlarımız, açık tenimiz, mavi gözlerimiz var."
Val'i anlatmakla bitmez. Çocukluğu çok acı. Bir psikopat tarafından yetiştirilmiş. Yumuşak kalpli Bridget, onun soğukluğuna sıcaklık katar. Bridget, onun için üzülür. Hatta ağlar. Val'i karanlıktan çıkarabilecek mükemmel kişidir.
Ufak ayrıntılar da güzel sürpriz oldu. Osmanlı, İstanbul ve müslümanlık gibi.
Kısacası bayıla bayıla okuduk. Hatta daha fazlası olmasını istedik. Çok beğendik çok.
ALINTI
"Onları göremiyor musun? Etrafımızdalar; kurtlar, yırtıcı kuşlar ve çakallar, çenelerini açmış aya bakıyorlar. O kadar yakınlar ki Bridget, o kadar yakınlar ki nefeslerinin kokusunu alabiliyorsun ve eğer gücün yoksa seni, Eve'i ya da beni yatağın altından sürükleyip etlerini kemiklerinden ayıracaklar ve seni ağlayan bir iskelet olarak bırakacaklar."
"Bridget. Lütfen ağlama."
Ama duramadı. Duramazdı.
Onu mahvetmişlerdi, o kurtlar. Güzel, zeki bir çocuğu almışlar ve kendi üzüntüsüne nasıl karşılık vereceğini bile bilemeyecek hale gelene kadar onu ahlaksız zalimlikleriyle kırmışlardı.
"Séraphine, Séraphine, Séraphine. Beni delirtecek misin? Aklımı saman çöpü gibi savurup atacak mısın? Beni bir insan kabuğu olarak mı bırakacaksın, beyni ve ruhu kırılmış, içi boşaltılmış, akılsız bir keçi gibi sadece zonklayan bir iğneyle mi bırakacaksın?
Merhamet et, yalvarıyorum, ey chatelaines ve sevimsiz bonelerin sireni!"
"Bridget?" Val beş dakika kadar sonra hayretle, "Bridget," dedi.
Bunu üçüncü ya da dördüncü kez söylüyordu ve her seferinde sesi biraz daha dehşete düşmüş gibi çıkıyordu.
Bridget onu görmezden gelmeye karar vermişti. İçinde oturduğunda omuzlarına kadar gelen ve dumanı tüten sıcak suyla dolu gerçek bir bakır küvette banyo yapmak bir lükstü. Sırf Val ilk ismiyle ilgili bir sorun yaşıyor diye bunun boşa gitmesine izin vermeyecekti.
"Madem bu kadar nefret ediyorsun, neden geldik?" diye sordu usulca.
Gözleri irileşti ve sonra hafifçe gülümsedi. "Oh, Séraphine. Bazı şeylerden ne kaçılabilir, ne gömülebilir ne de yakılabilir. İnsan onları bükülmüş, aşağılanmış bir uzuv gibi taşımalı, arkasında sürüklemeli, kokulu ve iğrenç, sonsuza dek hayatındaki en korkunç zamanı hatırlatmalı." Omuz silkti. "Peki ya bu iğrenç şey bir kez daha işe yarar hale gelirse? O zaman onu kullanmamalı mıyım?"
"Ya da bazen doğduğu yer demekten hoşlandığı gibi. Büyüdüğü yer.
Hem kalbini hem de ruhunu kaybettiği yer:
Ölüm Kalesi."
"Kötü ya da değil, kibirli ya da değil, çirkin ya da değil, Montgomery Dükü'ne aşık oluyordu."
"Kimse onu sevmiyordu.
Ve bu onun hoşuna gidiyordu."
"Onu bir kez kurtarmıştı. Bir peri masalındaki prens gibi onu alıp götürmüştü ama bu uzun zaman önceydi, çok uzaktaydı ve belki de artık bir önemi yoktu. Normal insanlar arasında böyle şeyler nasıl sayılırdı?
Çünkü buzları çözülmüştü. Bunu şimdi görebiliyordu. Artık o donmuş, korkmuş, fark edilmekten korkan küçük kız değildi. Yaşamaktan korkuyordu. Bunun için Makepeace'e teşekkür etmesi gerektiğini düşündü.
Eve'ini, kız kardeşini aldığı ve ona sıcak bir hayat üflediği için. Ama tek düşünebildiği, Makepeace'in bunu yaparken Val'in onunla olan son bağını da koparmış olduğuydu.
Onu donmuş soğukta yalnız bırakarak.
Aşırı sıcak balo salonunda gerçekten ürperdi."
"Hepsi Val'in adamın kız kardeşini bir kez kaçırmış olmasından kaynaklanıyordu.
Ya da iki kez. Ya da belki üç kez. Gerçekten fark eder miydi? Val'in niyetine rağmen kız kardeşine zarar gelmemişti."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder